Kalabalıkların despotizmi... Kasvetli bir örtü gibi duruyor Türkiye'nin sırtında...
Varlığını sık sık hissettiriyor.
Bazen, konusu hoşa gitmeyen bir kongre girişinde... Bazen sonucu beğenilmeyen bir maç çıkışında... Bazen sanığı sevilmeyen bir mahkeme kapısında...
Çoğu genç erkekler... muhtemelen işsizler... hayata öfkeliler... şiddete meyilliler.
Kızgınlıklarını boşaltacakları mecra, bazen tuttukları takımın gol yiyen kalecisi oluyor, bazen arada uğradıkları genelevin fahişesi, bazen "yanlış şeyler öğreten" kasaba öğretmeni ...
Ananevi feveran kültürüyle ayaklanıyorlar.
Anında parlayıp mahalleyi yola döküyorlar.
"Tekbir", bir "toplan" borusu, bir taarruz emri işlevi görüyor.
Onun çağrısıyla gözü kapalı saldırıyor ve linç ediyorlar.
Tek tek birer saldırgan iken toplu halde bir despota dönüşüyorlar; taşrada tam bir tahakküm kuran, her türden farklılığı yasaklayıp cezalandıran, adı konmamış bir despota...
* * *
Bu despot, Sorgun'da fuhuş yapıldığı gerekçesiyle 7 evi ateşe verdi geçen hafta... Fuhuş yaptığı söylenenler yaralandı, evler kundaklandı.
Ortaçağ Avrupa'sının "cadı avı"nı çağrıştıran sahneler yaşandı.
Biliyorsunuz "cadı", otoritesini tehdit altında gören Kilise'nin uydurduğu bir hayali düşmandı.
Yaşanan bütün fenalıklar, acılar, yoksulluklar, cadılardandı.
"Bunların asıl nedeni Kilise olabilir" diyenler ya da Kilise'den farklı düşünenler "cadılık"la itham edilip ibret için meydanlarda yakıldı. Böylece acıların sorumluluğu cadılara yüklendiği gibi, muhalefet de sindirildi.
Cadı avı, Kilise'nin hükümranlığını sağlamlaştırırken, toplumu kana buladı.
Kuşkular, ihbarlar, linçlerle 100 yıllık bir baskı dönemi yaşandı.
Avrupa, 100 yılda zor çıktı bu karanlıktan...
* * *
Şimdi bizim taşrada bu ruh hali görülüyor.
Hiçbir farklı sese tahammül edemeyen, isnat ettiği suçu bizzat cezalandırmak isteyen bir linç psikozu, yaşam alanını giderek daraltıyor.
"Tekbir"in çağrısını daha önce de duyduk biz:
40'larda Tan Matbaası'nı hedef göstermişti.
90'larda Madımak Oteli'ni...
Bugün hedef fuhuş evleri olabilir; yarın muhalif bir parti binası...
Slogan "Fuhuşa geçit yok"tan anında "Kürtlere ölüm"e dönebilir.
Bugünün ahlak zabıtaları yarın birden rejim muhafızlarına dönüşebilir.
Kitlelerin öfkesi, istendiği an, güçlünün hizmetine girebilir.
Yeni sahipleri, onlara yakılacak yeni cadılar, taşlanacak başka şeytanlar gösterebilir.
* * *
Ne diyordu Prof. Şerif Mardin geçen hafta Vatan Kitap'ta Ruşen Çakır'a:
"Türkiye'de 'mahalle baskısı' diye bir şey var. İran'da ortaya çıkmış olan ve bugün Ahmedinecad'ın devam ettirdiği sistem buna örnektir. İran devriminde çok etkili olan bu hava Türkiye'de de çıkabilir bir gün... Bugün o havayı pompalayan başka şeyler, tuhaf oluşumlar, kendiliğinden birtakım olaylar var. Bazı İslami alt-çevreler ortaya çıkıyor. Mahalle havası dediğimiz şeyin bu İslami alt-çevrelerle yeni bir şekil almış olduğuna inanıyorum."
Mahalle baskısı, "Başımıza ne geliyorsa bu namussuzlardan geliyor" diye randevuevi basarken, gerçek sorumluları hem gizliyor, hem kurtarıcı pozisyonuna geliyor.
Linç yerine bilinç...
Feveran yerine vicdan...
Sefalet yerine adalet...
Acil ihtiyaçlar bunlar...
Ateşe atacak 100 yılımız yok.
Bozuk düzende saglam cark olmaz. Carklari degil, düzeni degistirmek gerek!!!!!!
|