Yazar |
|
ozkanoncu
Istanbul
Kayıt: 08.01.2006 |
|
Önceki günkü Milliyet'in manşetindeydi Billy Hayes... "Geceyarısı Ekspresi"nin gerçek kahramanı günah çıkardı: "Türkiye bu filmin yol açtığı kötü intibaı hak etmedi" dedi.
32 yıl gecikmiş bir özür bu...
Kahramanının nedamet getirmesini haklı kılacak kadar ırkçı bir filmdi Geceyarısı Ekspresi... Ben burada filmden ziyade, Hayes'in işkence görmesine ve ağır mahkûmiyetine yol açan olayın arka planını anımsatmak istiyorum.
Çünkü işin, hâlâ güncel olan bir boyutu var.
* * *
2. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'de uyuşturucu patlaması yaşanmıştı. O kadar ki 1968 seçim kampanyasında Nixon'ın temel vaatlerinden biri, uyuşturucu sorununu çözmekti.
Eroinin hammaddesi olan afyon, yasal olarak 10 kadar ülkede üretilmekteydi. Bunlar arasında Türkiye de vardı (Ayrıntılı bilgi için bkz: "Türk Dış Politikası", Cilt 1, Prof. Dr. Baskın Oran, İletişim, 2001).
"1969'dan itibaren, Nixon yönetimi ülkeye giren eroinin yüzde 80'inin Türkiye kaynaklı olduğu iddiasını dillendirmeye başladı. Basında Türkiye'yi suçlayan haber ve makalelerin sayısı arttı."
Aslında Türkiye'de bir yılda üretilen afyon, ABD'deki eroin bağımlılarının bir aylık ihtiyacını bile karşılamaya yetmiyordu. Yine de Amerika, haşhaş üretimini tamamen durdurması için Türkiye'ye baskı yapıyor, Demirel hükümeti ise bu baskıya direniyordu.
Ancak 1970'te ABD Dışişleri Bakanı Richardson, "Haşhaş üretimini durdurmazsanız yardımları askıya alırız" deyince Bakanlar Kurulu haşhaş ekilen alanları sınırlandırma kararı aldı.
* * *
İşte 22 yaşındaki Billy Hayes, 1970'de tam bu ortamda turist olarak İstanbul'a geldi. Piyasadan bulduğu 2 kilo esrarı Amerika'ya götürürken Yeşilköy'de yakalandı.
Hayes yargılanırken Türkiye'de 12 Mart darbesi olmuş ve işbaşına geçen Erim hükümeti, ABD'nin isteklerine boyun eğerek 1971'den itibaren haşhaş ekimini ve afyon üretimini tamamen yasaklamıştı.
Amerika, kaçakçılara haddinin bildirilmesini ve ibretlik ceza verilmesini istiyordu.
Hayes hem dayak, hem de 30 yıl hapis yedi.
* * *
Türkiye sözünü tutmuştu, ama ABD üzerine düşeni yapmadı.
Haşhaş üreticisinin zararını tazmin edeceğini söylemesine rağmen söz verdiği yardımın sadece üçte birini yolladı. Bu yüzden afyondan geçinen yaklaşık 100 bin aile büyük zarar gördü.
1973 seçimlerinde işbaşına gelen Ecevit başbakanlığındaki CHP-MSP hükümeti, üreticinin zararını gidermek için 1 Temmuz 1974'te haşhaş ekimini tekrar serbest bıraktı.
ABD, buna büyük tepki gösterdi. Türkiye'ye ekonomik ve askeri yardımın askıya alınması kararlaştırıldı. Ardından ambargo kararı çıktı. Gerginlik, Kıbrıs çıkarmasına kadar uzandı.
* * *
Amerika'nın ağır hapis yemesini istediği Hayes de bu dönemde İmralı Cezaevi'nden "kaçtı".
1975'te kıyıya bırakılan kayıkla Yunanistan'a geçti, oradan ülkesine döndü. Amerikan medyasınca kahraman haline getirildi. Hapishane anıları biraz abartılı kaleme alındı. Oliver Stone, bu ayrıntıları hepten abartarak bir senaryo yazdı. Alan Parker, o senaryoyu daha da abartarak Malta'da filmi çekti.
Bütün Türklere kötü adam rolü biçti.
Film, 30 yıl Türkiye'nin başına bela oldu.
* * *
Bence Hayes'in cezalandırılışı da, kahramanlaştırılışı da haşhaş ekimiyle ilgiliydi.
Amerika'ya kafa tutmanın bedelini ödettiler Türkiye'ye...
"Geceyarısı Ekspresi"ni bir de bu tarihçeyle izlemekte yarar var.
Can Dündar
Bozuk düzende saglam cark olmaz. Carklari degil, düzeni degistirmek gerek!!!!!!
|
|
Yazar |
|
ozkanoncu
Istanbul
Kayıt: 08.01.2006 |
|
'Bir devrim hareketi'
1934 yılı, haziran ayı... Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor.
İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrimlerini inceleyecek.
Atatürk, yakın arkadaşlarını Çankaya Köşkü'nde topluyor.
"Şah için nasıl bir program yapalım?" diye soruyor.
Kimi Orman Çiftliği'ne götürmeyi öneriyor, kimi "Merinos'u gezdirelim" diyor.
Beğenmiyor önerileri Atatürk:
"Bütün bunlar İran'da da var. Onlarda olmayan bir şey yapmalı, farkımızı ortaya koymalıyız."
Aklında bir şey olduğu belli... Sofradakiler merakla bekleşirken kararını açıklıyor:
"Opera yapacağız!"
* * *
İşte ilk Türk operası Özsoy'un doğuş sahnesi bu...
Atatürk operanın konusunu da kendisi belirliyor.
İranlıların Şeyhnamesi'nden esinlenmiş bir destan planlıyor:
Öykü, Hakan Feridun'un ikiz oğulları Tur ile İraç üzerine kurulu...
İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırıyor.
Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlıyorlar.
Tıpkı "ayrı yollara giden ikizler" Türkiye ve İran gibi...
* * *
Bunu yazması için Münir Hayri Egeli'ye veriyorlar. Librettoyu Egeli yazıyor. Sonra besteci arayışına girişiliyor.
Adnan Saygun akıllarına geliyor.
Saygun, devlet bursuyla gönderildiği Paris'ten yeni dönmüş. Musiki Muallim Mektebi'nde hocalık yapıyor.
Henüz 27 yaşında...
Librettoyu okutuyorlar kendisine...
"Şah geliyor. Bundan bir opera yapacaksın" diyorlar.
Seviniyor Saygun... Daha önce hiç operası yok Türkiye'nin...
Soruyor:
"Solist var mı?"
"Yok!"
"Koro var mı?"
"Yok."
"Orkestra var mı?"
"Yok."
"Ne kadar vaktimiz var?"
"Bir ay!"
* * *
Mucizevi bir öyküdür bu...
1 ayda, 27 yaşındaki o adam, hem de Riyaseti Cumhur Orkestrası şefinin engelleme çabalarına rağmen solistleri bulur, orkestrayı, koroyu kurar, eseri besteler ve Türkiye'nin ilk opera eserini yaratır.
O uykusuz geceler için sonradan şöyle yazacaktır:
"Ah bu çalışma!.. Zaman kısa, imkânlar son derece sınırlı. (..) Ama içimiz coşkun. Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarımın içi şevkle kaynıyor. Acaba o atılım üstüne atılım yıllarında, içimizde duyduğumuz dinmek bilmez heyecanı, sönmek bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır".
* * *
Atatürk, gelişmeleri uzaktan takip eder. Bir ara Sovyet sefiri Karahan'a "Sen anlarsın, git bir bak" deyip provalara yollar. İyi haber alınca kendisi de gidip izler bir provayı...
Ve Özsoy, 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adamının huzurunda sahnelenir.
Atatürk, bu mucizenin yaratıcılarını gece Çankaya Köşkü'nde ağırlar, kutlar ve engellemeye çalışanlara der ki:
"Bu, bir devrim hareketidir!"
* * *
Bu akşam "o devrim hareketi", şerefine bir toplantı var, Beşiktaş Resim Heykel Müzesi'nde...
"Semiha Berksoy Opera Vakfı", Özsoy'da oynayan ilk kadın opera sanatçımız Semiha Berksoy'un dostları ve sevenlerini bir araya getirip hem Berksoy'u hem Özsoy'u yâd edecek.
7 Eylül'de ise Adnan Saygun'un 100. doğum yıldönümü kutlanacak.
Saygun'u ya da Özsoy'u anımsayan kaç kişi var bugün?
Ya da daha zor soru:
"O devrim yıllarının dinmek bilmez heyecanını, sönmek bilmez ateşini" şimdikiler nasıl duyuyorlar?
CAN DÜNDAR
Bozuk düzende saglam cark olmaz. Carklari degil, düzeni degistirmek gerek!!!!!!
|
|
|
|